Cumhuriyetimizin yüzüncü yılı için farklı marşlar yazılıp bestelendi. Bu marşlara son olarak Cumhurbaşkanlığı Külliyesinde düzenlenen 30 Ağustos Zafer Bayramı kutlamasında seslendirilen 4 marş eklendi. Fakat yıllardır hazırlanan marşlar gibi bu eserler de tören gününün heyecanında kaldı. Kimse bir cümlesini dahi aklında tutmadı. Cumhuriyetin ilk asrını taçlandıracak bir marş maalesef yapılamadı.

Yüz yıllık süreç içinde bu başarısızlığı ele alacak olursak:

Bugün hala etkisini güçlü bir şekilde sürdüren 10. Yıl marşı mütevazi ancak umutları olan, somut hedefleri olan bir milletin eseri olmayı başarmıştı. Yeni kurulan cumhuriyet 10 yıl boyunca her alanda eldeki imkanlarla ama kararlı bir şekilde ileriye gitmeyi başarmıştı.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk de oldukça makul bir iddia ile marşta yerini almıştır. “Başta bütün dünyanın saydığı baş kumandan” ifadesi gerçeği kadar iddialıdır. Atatürk’e olmayan yahut soyut bir tanımlama yapılmamıştır. Marşın sanatsal ahengi içinde dahi abartıdan kaçınılmıştır. Türkiye’nin dünya lideri olduğunu söyleyen bir marş kimseyi etkilemez. Gerçek dışı bir iddia mevcut büyüklüğe de zarar vermektedir. Örneğin yüzüncü yıl marşlarındaki nereye dayandığı belli olmayan ve tüm dünyaya meydan okuyan tavır 10. Yıl marşında yoktur. Dostu olmayan bir ülke yahut dünyaya egemen olmaya çalışan emperyalist bir ülke yerkürenin en üstünü olduğunu iddia edebilir. Ancak 10.Yıl marşında Türk medeniyetinin faziletleri şiirsel bir dille anlatılmıştır. Böyle olunca da mübalağasız bir marş herkes tarafından rahatlıkla kabul görmüştür.

Artık Atatürk marşlarda yer almıyor yahut gözleri mavi olduğu için değerli oluyor. Dünyanın saygısını kazanmış bir başkumandandan yeni yapılan marşlarda göz güzelliği ile anılan biri olarak ortaya çıkıyor. Bazı marşlarda ise hiç ama hiç değinilmediği de oluyor.

Cumhuriyetin en önemli başarısı da Türkiye’de yaşayan halkları Türk Milleti olarak kenetlemesidir. Cumhuriyet ile her etnik köken, her mezhep, her fert aynı değerdedir. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye Halkına, Türk Milleti” denmiştir. Bu birlikteliğin hedefi de 10. Yıl Marşı içerisinde “Türk önde, Türk ileri” olarak verilmiştir. Ancak bir asır sonra hazırlanan marşların çoğunda “Türk” diye bir kavram yoktur. Maalesef herkesi eşit cumhuriyet yurttaşı haline getiren Türk Milleti tanımı aşağı yukarı her siyasi akım tarafından etnik ve dini başlıklara ayırmıştır. Böyle olunca da marşlarda adı olmayan bir “millet”, kimlerin yaşadığı belli olamayan bir “Türkiye” ifadesi yer almamaktadır.

Edebiyatın monoton kelime zarları maalesef gene her marşta karşımıza çıkmaktadır. Gül, bülbül, kadeh üçlemesi gibi gerekli gereksiz her marşta şanlı, şahlanış gibi ifadeler kullanılmaktadır. Hatta bazı 100. Yıl marşları rahatlıkla başka bir devlet için kullanılabilir. Çünkü standartlaşmış marş sözleri bir torbaya konulup çalkalanmış, bestelenip seslendirilmiştir. Böyle olunca da içinde bize dair hiçbir şey olmayan sadece güzellikler hoşluklar, şanlar, çiçekler olan bir genel marş ortaya çıkmıştır. Hiçbir önermesi olmayan dizelerle doğal olarak bir mesaj da verilememiştir. Bu pasif dilin de bir anlamı vardır.

Aslında Cumhuriyet devriminin ilerleyişi, yavaşlayışı marşlardan kolaylıkla görülmektedir. Örneğin 50. Yıl marşını hazırlayan isimler 10.yıl marşını hazırlayan kuşaktan başkası değildir. Ancak 50. Yıl marşında aynı 100.yıl marşında olduğu gibi zamanın geçmesinden başka söylenecek bir şey yoktur. Anayasa maddesi gibi bir şeyler anlatılmaktadır. Onun dışında hoş sözler cumhuriyetin ne tatlı şey olduğu ifade edilmektedir. Fakat Türk Milleti ve Atatürk 50. Yıl Marşında okunmaktadır. 50. Yıla gelindiğinde cumhuriyetin içi boşalmış ama en azından kabuğu marşlarda görülmektedir.

On yılda on beş milyon genç yaratan cumhuriyet 40 yıl sonra da en azından bir gençlik vurgusu yapabilmektedir. 10. Yıl Marşı’nın gençleri az imkân ile ülke dışında okuyup, ülkesine gene az imkân ile gelip milletini ileriye taşımak için çalışmaktadır. Marşta bahsedilen “karanlığı boğmak” ve açık alınla çıkılan “her savaş” soyut gibi görünse de toplumun prangası olmuş her türlü cehaletin geriliğin ve nicesinin üzerine gidilmesini anlatmaktadır.

Yüz yıl sonunda cumhuriyet adeta bir anı, hatıra gibi anlatılmaktadır. Oysa cumhuriyetin önünde hala toprak meselesi, hala iç ve dış tehditler, hala cehalet, hala kadın erkek meselesi, etnik ve dini örgütlerin açık isyanları vardır. Dışarıda öğrenip ülkesine öğretmeye gelecek gençler artık içeride öğrenip dışarıya gitmek istemektedir. Maalesef askere giden Türk gençlerini hala bayrağa sarılı evine dönmesi ihtimali vardır. Neredeyse her hafta bağımsızlık için bir Türk gençliği şehit olmaktadır. Eğitim, sağlık, mavi vatan, ekonomik zorluklar ve daha bir sürü başlık düşünülünce 100. Yıl marşı için 10.yıl marşından farklı bir içerik ve duygu yoğunluğu beklenemez. Ancak bu sorunlarla mücadele eden bir halkı, ayrışan değil bütünleşen bir halkı 10. Yıl marşından daha iyisini de yapar. Fakat örgütü öncüsü olmayan bir millet 100 yılın sonunda marşlarında dünyaya hamasi meydan okur. Kimse kırılmasın ultra liberal olalım denirse işte böyle “lay lay lay” diye marşlar yapılır. Kimse söylemez, kimse hatırlamaz, kimse zor gününde o marştan güç almaz.

Türkiye Cumhuriyeti 10. Yıl marşında “imtiyazsız sınıfsız kaynaşmış” bir Türk Milleti yaratma idealini arşive kaldırmışa benziyor. Cumhuriyetin 100. Yılında hala 10.yıl marşından güç kuvvet alınıyor, yürüyüşlerde bu marş söyleniyor. Fakat 10.yıl marşı siyaseten ülkemizde büyük bir güç oluşturmadan 100. Yıl marşları yazılamayacak gibi gözüküyor.

Burhan Kurtulmuş Aytoslu

Sanat Tarihçisi