En güzel coğrafi vaziyette ve üç tarafı denizlerle çevrili olan Türkiye; endüstrisi ticareti ve sporu ile en ileri denizci millet yetiştirmek kabiliyetindedir. Bu kabiliyetten istifade etmeyi bilmeliyiz. Denizciliği; Türk’ün milli ülküsü olarak düşünmeli ve onu az zamanda başarmalıyız.’’

GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK

Bayrak devleti ile kıyı devletleri arasında tartışma yaratan ulaşım yolları ve deniz ticaretinin hukukî statüsünün belirlenmesinde, boğazların önemi stratejik konumları sebebiyle çok derecede mühim haldedir. Yabancı gemilerin ‘transit geçiş hakkı’ ve ‘zararsız geçiş hakkı’’nın kıyı devletlerinin kendi karasularını kullanmasını antlaşma yolları ile düzenlemişlerdir. Türk Boğazları deniz hak ve menfaatlerinin muhafazasında ve savunma güvenliği bakımından Türkiye adına hayati ölçüde yapısal bir öneme sahip olmuştur. Türk Boğazlarının aynı zamanda NATO ve AB’nin de güvenlik stratejilerini Karadeniz’e kıyıdaş ülkeler kadar yakından ilgilendirdiğini 2008 yılında Gürcistan ile Rusya Federasyonu arasında yaşanan kısa savaş ortaya koymuştur.

Türk Boğazları, Akdeniz-Karadeniz-Avrupa linkini ve Çanakkale ile İstanbul Boğazlarını  Marmara İç Denizini birbirine bağlamakta aynı zamanda uygarlıkların da birleşimini sağlayan tarihsel bir köprü görevini görmüştür.

Osmanlı Devletinin güçlü olduğu yıllarda Avrupa’ya karşı yapılan seferlerde geri çekilme hattında İstanbul Boğazı Tuna hattı ile beraber önemli derece de rol oynamıştır. I. Dünya Savaşı sırasında Müttefik Deniz güçleri Türk Boğazlarını ‘’Kuvvet Kullanımı’’ ile geçerek Rus Ordusunun Avrupa Cephesine yardım etmek amacıyla ve Almanya’nın Fransa Cephesini zayıflatmak amacında bulundukları için Çanakkale Cephesi ortaya çıkmıştır. Aynı ülkeler II. Dünya Savaşında ise Boğazların kapalı tutulmasını Almanya-İtalya-Japonya müttefiğine karşı istemişlerdir. Bu strateji Soğuk Savaş Döneminde Türkiye’nin tehdide maruz kalmasına ve aynı zamanda NATO’nun İttifak Güneydoğu Kanadının en önemli ülkesi konumuna yükselmesini sağlamıştır.

Sermayenin ve ürünün toprağa bağlı statik yapısından dolayı deniz aşırı ticaret önem arz etmektedir. Dolayısıyla Türk Boğazları ticaret rejiminde uluslararası piyasaların entegrasyonunu sağlayan ana arterler olma görevini sırtlamıştır. Türk Boğazlarının hukuki rejimi Lozan Antlaşması ile belirlenip 1936 tarihli Montrö Sözleşmesi ile düzenlenmiştir. Soğuk Savaşın ardından ortaya çıkan ‘’Yeni Dünya Düzeni’’nin getirdiği değişim Türk Boğazlarını askeri, ekonomik ve siyasal anlamda etkilemiştir.

Çarlık Rusya’nın sıcak denizlere inme emelleri ile güç dengesinin değişeceğini düşünen batılı devletler, Kırım Savaşında Türk Donanmalarıyla ittifak ederek Çarlık Rusya’nın Karadeniz Deniz gücünü etkisiz kılmayı amaçlamışlardır. Boğazların kontrolüyle Roma İmparatorluğu dünya egemenliğini en uzun süre muhafaza ederken, Türk taraflarının Çanakkale ve İstanbul Boğazını kontrol etmeleriyle beraber Yeni Çağın güç ve strateji dengelerine hakîm olmuştur. XXI. Yüzyılın başlarında fenomenleşen küreselleşme olgusu coğrafi düzlemde kara-deniz-hava ulaştırmasındaki temel dinamikleri hızlandırmakta ve aynı zamanda uluslararası Pazar ekonomisi düzleminde hammadde, enerji, ürün, sermaye, yatırım, hizmetlerinin-değişim sürecini artırmıştır. ‘’Güç ve refahın’’ itici motor kuvveti rolünü devletlerin stratejik egemenlik ve güç arayışlarında Deniz Gücü üstlenmiştir.

Çanakkale Boğazı, Marmara Denizi ve İstanbul Boğazı uluslararası düzenlemelerde her zaman bir bütün olarak sayılmakta ve aynı zamanda uluslararası bir suyolu mahiyetinde olarak ‘’Türk Boğazları’’ terimi içerisinde yer almaktadır. Türk Boğazlarından geçişin ulusal değil uluslararası olması bu sebeptendir. Marmara Denizi Türk Boğazları veya Boğazlar Bölgesi kapsamında değerlendirilirken bu hal geçiş açısından önem arz etmektedir. Orta Asya’da ‘kara hakimiyeti’ stratejisine dayalı Türk devletlerinin denizci devleti olabilmek açısından en önemli noktaları askeri, tarihi ve jeo-stratejik açıdan düşünüldüğünde Marmara Denizi ve Boğazlar büyük rol oynamıştır.

XX. yüzyılda doğrudan ve dolaylı olarak sadece Türkiye’nin ve Karadeniz’in değil uluslararası güvenlik stratejileri ve dış politika eksenleri de Türk Boğazlarının stratejik öneminden etkilemiştir. I. Dünya Savaşı öncesine tekabül eden ve endüstriyel devinimin sonucu olarak İngiliz-Alman-Japon deniz güçleri arasında ‘’Dretnot Sınıfı’’ gemilerin en yüksek teknolojide silah sistemi olarak savunma merciinde yer alması ilerleyen yıllarda ‘’Petrol Savaşlarını’’ doğurmuştur. XX. Yüzyılda Osmanlı Devletinin hem Türk Boğazlarını hem Doğu Akdeniz suyollarını hem de petrol yataklarını elinde tutması ve aynı zamanda zayıflamış olan askeri ve ekonomik gücü ile beraber ‘’Şark Meselesi’’ düşüncesi altında Osmanlı topraklarının paylaşımı düşünülmeye başlanmıştır. 1908 Rus-Japon savaşı sırasında Türk Boğazlarının önemi Rus Donanmasının Karadeniz filosunun yok edilmesiyle belli olmuştur. Bir diğer hususta İtalya’nın Çanakkale’ye olan taarruzu neticesinde ortaya çıkmıştır. Yine Rusların Bulgar işgalinden korkarak İstanbul ve Çanakkale’yi işgal hazırlıkları ve planları Osmanlının diplomasisi ile engellenmiştir. Önemi gösteren dördüncü bir nokta ise İngiliz-Fransız-Rus müşterek donanmasının Çanakkale’de başarısız olmasıdır.  Osmanlı ordusunun Ortadoğu Cephesinde yenilgiye uğramasında Alman –Osmanlı mecburi ittifakı ile beraber ‘’Savunma Stratejisine’’ dayalı politikaların üstün düşman kuvvetlerini bozguna uğratması ve İngiltere’nin Sultan Reşat Harp gemisine ve Sultan Osman gemilerine uyguladığı haksız ve tek taraflı ambargo uygulaması etkili olmuştur.

Atatürk’ün başlattığı ulusal bağımsızlık hareketi neticesinde Lozan Barış Antlaşması, Sevr Antlaşmasını etkisiz kılmış ve bizzat Türk Silahlı Kuvvetlerinin zaferi sonrasında kurulan genç Türk Devletinin temellerini nitelendiren önemli bir hukuki ve siyasi belge olma niteliğindedir. Wilson prensipleri uyarınca Türk Boğazlarının ‘’serbestliği ilkesi’’ hukuken teminat altına alınmıştır. Bahsi geçen bu antlaşma ve Boğazlar EK Sözleşmesi gereğince, Boğazların askerden arındırma ve Boğazlar Komisyonu meseleleri yaklaşan II. Dünya Savaşı öncesinde Türk tarafının haklı endişesini ortaya koymuş ve uluslararası toplum tarafından kabul görmüştür.

Atatürk ve İnönü’nün yürüttükleri barışsever politika, Avrupa da baş gösteren Alman ve İtalyan faşizminin yayılmacı politikalarına karşı, Lozan Boğazlar Sözleşmesi Türkiye açısından güvenlik problemleri oluşturabilecek eksiklikleri ulusal güvenliğin öncelikli olması durumuyla 1936 Montreux Boğazlar Sözleşmesi ile dengelemiştir.

Atatürk’ün ‘’Yurtta Sulh Cihanda Sulh’’ ilkesi uyarınca Cumhuriyet rejimi hükümetlerinin hedef gördükleri barış ve istikrara bağlı dış politika stratejileri, İnönü’nün bütün zorluklara karşın Türkiye’nin savaşa girmemesinde Boğazlar siyaseti çok derecede önemli manivela olmuştur. Açıkçası Casus belli eden Sovyet notalarına karşı Türkiye’nin takip ettiği hukuki savunma, Türkiye’nin NATO’ya üyeliğini kolaylaştırdığı gibi ABD Donanmasına ait olan Missouri zırhlısının İstanbul ziyareti Türkiye’nin Batı kanadına doğru yer aldığının bir kanıtı olarak diplomasi tarihinde yer bulmuştur.

Soğuk Savaş ardından Türk Boğazları Karadeniz’in Akdeniz-Avrupa-Pasifik yönüne açılarak dünya ekonomisi ile uyumunda yeni bir ekonomik model teşkil ederek Karadeniz Ekonomik İşbirliği sürecini hızlandırmıştır. Bu yeni model, Hazar petrollerinin dünya pazarına açılarak dünya enerji arterlerine taze kan pompalarken İpek Yolu ticaretini yeniden canlandırmıştır.

Petrol tankerlerinin çevre güvenliği tehdidinden Boğazların korunabilmesi için, sahildar ülkeler ve UNEP başta olmak üzere Türk Boğazları yepyeni bir çevre koruma işbirliğini ortaya çıkarmıştır.

Böylelikle, Boğazlar, artık savaş gemilerinin hedefi değil, mavi yolculuk için turizm, ekonomik kalkınma için ülkeler arası yeni işbirliği modellerinin rotası haline gelmiştir.

CAŞIN, Modern Uluslararası Hukukun Temel Esasları, 1. Baskı, İstanbul, Yeditepe Üniversitesi Yayınevi, 2019, s.850-851-852-853-854-855-856-857